Ege'ye...

Çok güzel bir yattı Sevda. Lacivert gövdesi ayna gibiydi. 19. yüzyılın yandan çarklılarına benzerdi uzaktan bakınca. Kemane başlıydı ve zarif bir bastonu vardı. Birde altın varaklı bir baş arması vardı bastonun altında. Bu ağzında bir inci tutan Anka kuşuydu. 76 metre boyu ve 11 buçuk metre eniyle misafirlerine 10 kamarasında rahat bir yolculuk sunuyordu yat. Ruhu çok narindi. Kimisi inanmaz ama ben inanıyorum. Her geminin bir ruhu vardır. Bir yük gemisinin çattığı bir feribot görmüştüm bir seferinde. Limanda onarımı bekliyordu. Gemiden inler gibi sesler geliyordu. Yaralı biri gibiydi. Ruh onu hissedene gösterir kendini. Sevda'nın ruhuda öyleydi. Bottan pasarellanın alt tavasına ayağımı attım mı içim bir huzurla dolar. Göremem ama bilirim, lumbarağzında güzel bir kadın bekler, gözler beni. Sıkıntılı zamanlarda başımı bir küpeşteye ya da alabandaya dayadığımda hissederdim. Başımı o güzel kadının göğsüne yasladığımı hissederdim. Sanki beni avuturdu kollarını sarıp. Bunu kimseye anlatamadım yıllarca. Hem deli derler hem de büyü bozulur diye. Sonradan öğrendimki ona kim sığınmışsa avuturmuş Sevda. Yine bir seyirde İstanbul'dan doldurduk sosyeteyi, koyulduk yola. İzmir'e gidiyorduk. İçlerinde bir yazar vardı. Pek neşesizdi. Eğlencelere katılmazdı. Sık sık küpeşteye yaslanmış denizi izlerken görürdüm onu. Nedense hiç konuşmadığımız halde o adama karşı bir sempati beslemeye başladım. Aradan zaman geçti, sancak kırlangıçta vardiya sonrası boş boş dikiliyordum. Bir ara aşağıya baktım bu küpeşteye koymuş başını, kollarıyla kapanmış duruyor. Ağlıyor heralde dedim, ses etmeden döndüm kırlangıcın arka tarafına attığım sandalyeye kuruldum dinlenmeye koyuldum. Geminin kıdemlisi olunca keyfince hareket ediyor insan. Köprüüstünün arkasındaki güverteye yolcuların çıkmasına müsade edilmezdi. Burada baca ile filikalar olduğundan çıkılıp yapacak bir şeyde yoktu açıkcası. Köprüüstünün arkası ile baca yapışık gibiydi. Buraya katlanır rahat kamp sandalyesileri ile masa atmıştık. Sote olduğundan hem rüzgar almıyor hem de kırlangıçtan gözükmüyordu. Bazen kaptanla ya da misafirler arasında ahbap varsa burada demlenirdik. Yanlız olduğum zamanlarda ise oturur denizi izlerdim ya da bir şeyler okurdum. İşte o gün ben kızıllaşan havaya bakarken ayak sesleri geldi. Biri alt güverteden köprüüstüne çıkıyordu. Personel içerdeki merdiveni kullandığı için bu dış merdiveni yolcular kullanmaya teşebbüs ederdi. Teşebbüs ederdi diyordum çünkü her ne kadar merakten çatlasalarda buraya gelmelerine izin vermezdik. Merdiveni bu yüzden bir zincir ile kapamıştık. Geleni geri postalamak için yerimden doğruldum. Baktım bizim hüzünlü yazar geliyor. Bir sandalyeyi kapıp onun için açtım. Başıyla selam verdi, buyur ettim geçti oturdu. Şimdi ikimizde batan güneşe bakıyorduk. "İsmail!" diye içeri seslendim. Gelince masayı işaret edip "Şu bizim kamarotu yolla buraya, boş gelmesin. Birde şu ışığı yakıver." dedim. Bu yazarın derdini öğrenmenin vakti geldi madem, adamcağız kuru kuruya anlatmasın diye kamarot bir çırpıda masayı donattı. Kaptanla bize sofra kura kura burayı donatmaya alışmıştı. Ne sevdiğimizi de biliyordu artık. Ben doldurdum o içti, içtikçe anlatmaya başladı. Bir vakitler Prag'daymış. Orada bir güzele tutulmuş. Birbirlerini seviyorlarmış. Bir gün evden bir mektup gelmiş. Babası ölmek üzereymiş, İstanbul'a çağırmışlar. Atlamış gelmiş. O İstanbul'dayken Almanlar işgal etmiş Prag'ı. Bir daha dönememiş. Kızcağızı da Yahudi diye alıp götürmüşler kampa. Bir daha haber alamamış. 10 seneden fazladır işte o kızın yasını tutarmış. İşte onu anlatırken bana itiraf etti. "Sanki o da burada, hissediyorum. Başımı yaslayınca sanki kollarıyla sarıyor gibi beni." dedi. İşte o anda anlamıştım delirmediğimi. Sevda ihtiyaç duyan herkese şevkatini gösteriyordu. "Neden Sevda yatın İsmi? Sahibinin eşinin ismi mi yoksa sevgilisinin mi?" diye sordu. "Yok" dedim, " Bizim patron yatın ismini ilk Anka koyacakmış. Sonra denize inmeden önce tersaneye bakmaya gitmiş. 'Görünce bir tuhaf oldum, sanki bir yat değil bir dilber duruyordu karşımda. Sanki sevdalanmıştım.' diyor. İşte o yüzden adını Sevda koymuş.". İzmir'e varana kadar her fırsatta oturduk dertleştik bizim yazarla. Yolcular gelir, tanışırsın, rahat etmeleri için elinden geleni yaparsın. Sonra yolculuk biter ve her şey başa döner. 15 sene çalıştım Sevda'da. Kemal kaptanla 20 yaşımızda bizim patronun yanında işe girdik. Ben hesap kitap işleriyle uğraşırdım. Patron nereye ben oraya. Kemal daha çok dışarda takip edilmesi gereken işlere koştururdu. Patron charter işine merak sarınca çocuklar isterseniz sizi okutayım kaptan olun dedi. Kemal tamam dedi. Ben şirketin, patronun bunca işi varken bırakamam dedim gitmedim okula. Öyle işte, şimdi Sevda'yla dolanıp duruyoruz. Her sabah başka bir yerde, sevdiğimin kollarında uyanıyorum.

Yorumlar

Popüler Yayınlar