Emine Kıray’ın Osmanlı’da Ekonomik Yapı ve Dış Borçlar Kitabının Değerlendirilmesi
Osmanlı İmparatorluğu ilk bakışta
çöküşe ve dağılmaya 19. yüzyılda başlamış gözükse de gerçekte ekonomik anlamda
çözülüş 17. yüzyıla dayanmaktadır. Gelirlerin azalması ilk başta anlık
çözümlerle engellenmeye çalışılmış fakat durum düzelmek yerine bir kartopu gibi
büyüyerek çığ haline gelmiştir. Bunların yaşanmasının sebepleri klasik
yöntemlere fazla bağlı kalınması, dışardaki değişimin iyi tahlil edilememesi ve
bu değişimlerin öneminin geç kavranmasıdır. Bunların yanında vergilendirme ve
verginin tahsili konusunda yaşanan sıkıntılar ve devlet eliyle kısıtlanmış
üretim, dış pazarla rekabet edememe sebepler arasındadır.
Tımar sistemi hem ordu hem de ekonomi için öneme sahipti. Çok sayıda
toprak ve az sayıda nüfusun efektif kullanımında etkili bir yöntem olarak uzun
süre farklı isimlerle birçok devletçe uygulandığını görüyoruz. Asker
yetiştirme, tarım, bölgenin asayişini sağlama ve vergilerin tahsili gibi birçok
işi aynı anda yapan bu teşkilatın bozulması bir nevi sonun başlangıcıdır. Emine
Kıray eserinde bu başlangıçtan biraz daha geriye giderek 14. yüzyıldan itibaren
ekonomik yapıyı anlatarak başlamakta ve 20. yüzyılın borçlanmalarına kadar
gelmekte fakat Duyun-ı Umumiye’nin faaliyetlerine ve yapısına pek
değinmemiştir. Eser Blaisdell’in çalışmasının aksine borçların tahsili değil
oluşumuna ve tarihsel kökenine bakmaktadır. Blaisdell’in eserinin
incelenmesinden önce bu eser sorunların temelinin derinlemesine incelenmesi
açısından faydalanılacak bir eser gözüyle bakılabilinir. Kitap içerisinde
Blaisdell’e birçok atıf yapılmış olduğunu görüyoruz. Yine Blaisdell ve Pamuk’un
çalışmaları ile karşılaştırıldığında bir doktora tezi olan bu eser
tarihçilerden çok iktisatçılara hitap etmekte ve iktisap terimlerinin yoğun
olduğu bir anlatım bulunmaktadır.
Tımar sisteminden sonra iltizam
sistemine geçilmesi ilk etapta toprağın işlenmesinin devamlılığı açısından ve
hazineye gelir oluşturulması açısından doğru bir hamle olarak görülse de daha
sonra güvenlik açığı, iltizamların süre bitiminde geri dönmemesi, ayanların güçlenmesi
ve vergilerin merkeze beklenilen oranda dönmemesi tekrar başa dönüldüğünü
göstermekte. Aynı zamanda 17. yüzyılda küresel çapta olan ekonomik buhrandan
Osmanlı’da etkilendi. Topraklar arttırma usulüyle kullanma hakkı veren bu
sistemde kullanım hakkı bittiğinde tekrar arttırma yapılarak bir başka şahsa
verilmesi gerekir ama birden fazla ortağın olduğu durumlarda açıklardan
yararlanarak babadan oğula geçen kullanım hakkı yüzünden devlet alması gereken
kullanım bedeli ve bölge gelirlerini alamamıştır. İltizam sorunun
kaynaklarından biri olsa da kitabın en sonunda işlenmektedir.
Osmanlı
için tarım alanlarının işlenir tutulması önemliydi çünkü önlenemez bir kırdan
kente göç vardı ve kent nüfusunun beslenmesi gerekmekteydi. Kente göçün
sebepleri arasında güvenlik sorunları, çift resmi, aşar gibi vergilerin
artmasıydı.
Vergiler
merkezden takip ediliyor fakat merkez tarafından toplanmıyordu. Burada
mültezime duyulan güven yapılan en büyük hatalardan birisidir. Halktan
toplanması gerekenin üzerinde vergi alınıyor ama hazineye giden kısım
toplanması merkezce tespit edilmiş değerin altında aktarılıyordu. Blaisdell
eserinde vergi konusunda suçlu olarak valileri gösterirken Kıray diğer Osmanlı
iktisat tarihçileri gibi mültezimleri işaret etmektedir. Bunun önüne geçilememesinin
nedenleri arasında toprakların tek kişi elinde toplanmaya başlaması ve toprağı
elinde tutan kişinin bölgesel bir güç olup şehirdeki yönetici kesme verdiği
rüşvetlerle gelirleri elinde tutmasıydı.
Osmanlı
iaşe sistemiyle iç pazara yönelik bir üretim yapmaktaydı. Önce İstanbul ve
üretimin yapıldığı bölgenin ihtiyaçlarının karşılanması ve kar amaçlı üretimin
yapılmaması sermaye birikiminin engellemekteydi. Durağan ekonominin
canlandırılması oldukça zordu. Tarımsal üretim dışında üretim çok azdı ve küçük
atölyeler düzeyinde yapılan üretim maliyetliydi. Çok fazla ihracat yapıldığını
görmemekteyiz. Baharat ve İpek yolunun önemini kaybetmesi, Sanayii Devrimi gibi
sebeplerle dış pazardaki pay ve ihracat azalırken, tarımda dahi üretimin
azalması ithalatın artmasına sebep olmuştur. İmtiyazlar sayesinde dışarıdan
gelen mal artmış ve ucuz olması nedeniyle yerli üretime talep azalmıştır. Aynı
zamandan tahıl ithal edilmeye başlandığını görmekteyiz. 19. yüzyılda kurulan az
sayıda fabrika beklenilen düzeyde üretim gerçekleştirememiş ve büyük kısmı bir
süre sonra kapatılmıştı. Fabrikada kullanılan makinelerin dışarıdan satın
alınması, fabrikada çalışacak iş gücünün deneyimsizliği üretimde istenilen
kalitenin yakalanmasını engellemekteydi ve maliyet düşürülememişti.
Osmanlı
bütçesindeki açıklar üzerine ilk başta iç borçlanma yoluna gitti. Çoğunluğu
Galata Bankerlerine olan bu borçlanma 1854 yılına kadar sürdü. 1854 yılında ise
bu bankerler istenilen miktarı karşılayacak kadar sermayeye sahip değillerdi.
Bu sermayeye sahip olabilmeleri için önce devletten alacaklarını tahsil
etmeleri gerekiyordu. Kırım Savaşı sırasında ordunun ihtiyaç duyduğu finansman
için dış borçlanma yapılması kararı alındı. Daha önce dış borçlanma yapılmasına
karar verilmiş ama borç alınamamıştı. Kıray dış borçlanmaları iki döneme
ayırmakta: 1854 yılından 1875 iflasına kadar olan dönem ve 1875 iflasından 1914
yılına kadar olan dönem. Yazar bu iki dönemi raporlar, hatıratlar ve tablolarla
destekleyerek anlatmıştır.
Dış
borçlanmaya gidilmesinin sebeplerinden biride iç borçların kapatılıp bunların
dış borca çevrilmesiydi. Bir diğer sebepse yazara göre gelecekte daha çok gelir
elde etmek için teşebbüslerde bulunmak değil, hali hazırda güçlenerek merkezi
otoriteye rakip haline gelen ve gelirler ile hazine arasında bir engel olan Ayanlar'dı. Devlet alınan krediyi ayanların ve tüccarların gücünü kırmak için
kullanmayı planlamaktaydı. Daha sonra borç veren ülkelerin verdikleri paranın
kullanımına müdahale ederek bu amacın uygulanmasına pek fırsat vermeyeceklerdi.
Dış
borçların alınması sırasında Kıbrıs ve Mısır’ın vergi gelirleri borca karşılık güvence
olarak gösterildi. Aynı zamanda bazı borçlanmalarda Galata bankerlerinin
aracılığıyla borçlar alınmıştı. Yabancı bankaların ve devletlerin borç
vermediği durumlarda Rothschild ailesinden borç alınmıştır.
Alınan
ilk borç 5 milyon sterlindi ve bu miktarın tamamının komisyonlar gibi
nedenlerle hazineye dâhil olduğunu görmüyoruz. 1875 iflasına geldiğimizde ise
borç 220 milyon sterline ulaşmıştı ve bu paranın yalnızca 116 milyonu hazineye
dâhil olmuştu. Bu yüksek miktardaki borç/kredi reformlar için –bizim alışkın
olduğumuz tabirle ıslahatlar- harcanmış
fakat bunun efektif bir kullanım olamadığı yazar tarafından öne sürülmüştür.
Kıray
ve Blaisdell çalışmalarında 1861 yılında İngiliz ticaret heyeti üyeleri
tarafından hazırlanan 42 sayfalık Hobart – Foster raporuna yer vermişlerdir. Bu
raporun yazılma nedeni şudur: Borçların ödenmesi için çıkarılan tahvillerin
değerlerindeki dalgalanma, banknot kullanımı konusundaki sıkıntılar borçların
ödenmesinden doğacak sıkıntıların sezilmesine neden olmuş ve 1875 iflasından
önce İngiltere alacaklarının temininin garanti altına almak için Osmanlı’nın
uygulayabileceği ekonomik modeli tespit etmek istiyordu. Birden fazla model ileri
sürülmüştü ama Hobart – Foster raporundaki model kabul edildi. Alınan dış
borçlar iç işlerine Avrupa’nın müdahale etmesine neden oldu. Bunun en üst
noktası Duyun-ı Umumiye fakat bu durumu yazar fonların batılılaşma amaçlı
kullanıldığı için bir sömürge düzenine dönüşmediğini savunmakta. Buradan
çıkaracağımız sonuç alınan kredilerin ülkenin gelişimini sağlamak üzere
kullanılmasının seviye olarak borç veren devletlere yaklaşmakta
kullanıldığından aleyhte bir durumun oluşmasını engellediğidir.
Eserde
rapor içeriğine oldukça geniş bir yer ayrıldığını görmekteyiz. Rapor 1862
yılında İngiliz parlamentosuna sunuldu ve daha sonra padişaha sunuldu. Rapor
vergi sistemi ve üretimin elden geçirilerek gelirlerin arttırılması hususuna
dikkat çekmektedir. Özellikle tuz, tütün, alkol gibi belli ürünlerin
vergilerinin arttırılması, vergi gelirinin artması için vergi konulan
ürünlerden üretilecek yeni mamullerin üretiminin teşviki gibi çözüm önerileri
sunmaktadır. Elde edilen gelir aynı zamanda banknotların tedavülden çekilmesi
hususunda kullanılabilecekti. İstanbul’un, ev hizmetçilerinin
vergilendirilmesi, vakıf arazilerinin özelleştirilmesi gibi o zamana kadar Osmanlı
için alışılmışın dışında önerilerde sunulmuştu.
Bölge
vergilerinin hazineye aktarılmasında engellerden biri bu vakıfların gelirleri
kendilerine ayırmalarıydı. Belediyeciliğin uygulanmaya başlamasına kadar
şehirlerde pek çok şey vakıflar tarafından yapılmaktaydı. Ayrıca vakıfların bir
nevi dokunulmaz olması nedeniyle sermayenin ve mülkü ailenin elinden çıkmasını
engellemek için kurulan vakıfların sayısının oldukça fazla olmasına neden
oluyordu ve bu vakıfların şehir gelirlerinden aldıkları pay oldukça yüksekti.
İşte bu yüzden vakıf arazilerinin özelleştirilmesi talep ediliyordu.
Osmanlı
çok kez banknot kullanımına geçmiş ve her seferinde halkın bu paraları
kullanmayı tercih etmemesi üzerine madeni paralara ya da tahvillere geri dönmek
zorunda kalmıştır. Bu banknotların tedavülden çekilmesi için yerine basılması
gereken paralar için gereken finansman büyük sorun teşkil etmiştir.
Rapordaki
tavsiyeler Osmanlı tarafından kabul edilerek uygulanmaya konulmuştur.
İngilizler kısa vadede borç yükünü hafifletecek 2 milyon 370 bin sterlin gelir
elde edileceğini hesaplamışlardı. Raporun öngördüğü şekilde kısa vadede
rahatlama sağlandı ve yeni krediler alınması için Avrupa’ya güven verilmiş
oldu. Vergilerin doğrudan merkezden giden memurlarca toplanması vergideki
açığın büyük ölçüde azalmasını sağlamıştı. Yazar bu rapor sonrası toplanan
vergi miktarının ne kadar olduğunun hesaplamak için yeterli veri olmadığını
belirtmektedir ve bazı vergilerin konulup konulmadığı bilinmemektedir. Bunların
yanı sıra devlet 1865 yılında ekmek ve et dışındaki tüm ürünlerden fiyat
kısıtlamasını kaldırmıştır. Bu hamleler 10 yıl daha durumun idare etmesini
sağlasa da yine de yatırımın olmaması ya da iyi yönlendirilememesi gelir
kaynaklarını kısıtlı bırakıyordu. İç gümrük ve ihracatta ithalata oranla daha
yüksek olan gümrük vergileri değişmemiştir.
Üst
üste alınmaya devam eden borçlar, donanma ve ordu için yapılan harcamalar ve
1875 yılındaki kuraklık sonucu devlet daha fazla dayanamayarak iflasını ilan
etmiştir. 1862’de hasta adamın ayaklandığını yazan Londra gazeteleri bu sefer
iflasını yazıyordu. İflasın üzerine bağımsızlığını isteyen Bulgaristan gibi
devletlerin imparatorluktan ayrılmasının ve ortaya çıkan iç karışıklıkların
gelir kaynaklarının azalmasına neden olduğunu görüyoruz. Bu durumlar tahvil
değerlerini düşürmekle birlikte gelecek olan yatırımlarında bir müddet
uzaklaşmasına neden oldu.
Blaisdell’in
kitabına nazaran yurtdışından Osmanlı’nın durumunun takibinin ve gazetelerin
haberlerinin tahvil satışları ve kredinin alınışı konusundaki etkisinden daha
az bahsetmektedir. Tahvil satışı olumsuz bir haber üzerine düşebiliyor ya da sterlin
karşısında değer kaybedebiliyordu. Rapor sonrası tahvillere talep artmıştı.
İflas sonrası borçların tekrardan
ödenmeye başlaması için Muharrem kararnamesinin yayınlanması yani 1881 yılına
kadar beklenildi. Kararnamede Dış borçlar 4 kategoride birleştirildi ve
faizlerde düzenlemeler yapıldı. Aynı zamanda gelirleri güvence olarak
gösterilen Kıbrıs gibi şehirlerin gelirleri tekrar Osmanlı hazinesine bağlandı.
Bu tarihten sonra Duyun-ı Umumiye İdaresinin kuruluşuna giden yol açılmış oldu
ve kısa süre sonra idare kuruldu. Raporda tavsiye edilenlerin daha efektif
uygulanması için alacaklılar kendileri vergileri devlet adına toplamayı
kararlaştırdılar.
Uzun
süre yapılmayan yatırım ve alt yapı çalışmalarının ardından hem ülke içindeki
üretim arttı hem de idarenin pazarlama politikalarıyla üretilen ürüne pazar
yaratılarak ihracatın arttırılması sağlandı. Buna örnek olarak Bursa’da kurulan
enstitü ile ipek üretimi hakkında eğitimin yanında ücretsiz olarak ipek böceği
yumurtaları ve dut ağacı fidanları verilmesinin yanı sıra tuz madenlerinin
işletilip daha sonra çıkarılan tuzun değerlendirilmesi için balıkçılığın ve
yakalanan balıkların tuzla kurutulup işlenmesi için tesisler açıldığını
görmekteyiz. Üretilen ipeğin satışı içinde İngiliz himayesindeki yerlere bu
ürünleri almaları için teşvikte bulunulduğu anlatılmakta. Alman nüfuzun artması
ve demiryolları projesiyle üretilen ürünlerin naklinde ve demiryolu hattı
çevresinde yapılan tarıma yönelik sulama kanallarını açılması gibi çalışmalarla
tekrar tarım canlandırılmış oldu.
İlk
borcun alınışından sonra İflas dolayısıyla ve Osmanlı’nın isteği üzere borç
birden fazla kez yapılandırılmış ve bu yapılandırmalarda faiz bedelleri
düşürülmüştür. Borçlanmanın başlangıcından sonra Osmanlı’dan ayrılan devletler
kendi paylarına düşen borcu ödemişlerdir. Osmanlı’nın borcunu Türkiye devralmış
ve tekrar bir yapılandırma yapılarak borç yarı değere kadar düşürülmüştür. 1954
yılında ise Türkiye son taksiti ödeyerek ilk borcun alınışı olan 1854
tarihinden 100 yıl sonra borcu kapatmış oldu.
Kitap
işlediği dönem bakımından 1860 ile 1881 tarihleri arasına eğilmiş olduğundan
meselenin tam olarak idrak edilebilmesi için Blaisdell’in Duyun-ı Umumiye
kitabı ve Pamuk’un Osmanlı Türkiye İktisat tarihi kitaplarıyla birlikte
incelendiğinde öncesi ve sonrasında olan olayları görmek, borçlanmanın
başlaması konusunu karşılaştırmak açısından daha sağlıklı bir sonuç ortaya
çıkacaktır. Yazarın bir tarihçi değil ekonomist olması dolayısıyla kullandığı
terimler ve formüller nedeniyle bazı noktalarda anlaşılmakta zorlanılmasına
neden olmakta. Pamuk ve Blaisdell bu konuda daha anlaşılır eserler ortaya
koymuşlardır.
Yorumlar
Yorum Gönder